17 Temmuz 1936’da İspanya’nın Fas Garnizonu’nda başlayan askeri ayaklanma, kısa sürede tüm İspanya’ya yayılır. Birkaç gün içinde ülke “İsyan Ordusu” ve “Cumhuriyet Ordusu” taraftarları olarak ikiye bölünür ve ancak 1 Nisan 1939 yılında resmen sona ermiş olacak olan “İspanyol İç Savaşı” başlar. O dönem sıkça çıkan birçok ayaklanma ile boğuşan İspanyol Hükümeti, İsyan Ordusu’nun başlattığı bu isyanı başta ciddiye almaz; ancak hem bu basiretsizlik, hem de kimi yerel yöneticilerin isyancı askerlerle işbirliği yapması sadece hükümetin değil, bir devrin de sonunu hazırlamış olur.
İspanya’daki askeri ayaklanma çok geçmeden uluslararası kamuoyunun da gündeminde yer bulur. Hitler Almanyası ve Mussolini İtalyası’nın desteklediği İsyan Ordusu ve Franco ile Stalin Rusyası’nın desteklediği Cumhuriyet Ordusu ve İspanyol Hükümeti arasındaki savaş, aslında, bir anlamda uluslararası güçlerin de savaş meydanıdır. Bedelini İspanyol halkının ödediği bu savaşa İngiltere’nin başını çektiği diğer Avrupalı devletler müdahil olmak istemezler ve Ağustos ayında acil bir toplantı ile “Tarafsızlık Anlaşması” imzalarlar; buna göre, isyan İspanya’nın iç meselesidir ve hiçbir devlet herhangi bir tarafa asker ya da mühimmat yardımı yapmayacaktır. Bu tarafsızlığın nedenlerinden biri, tam da 29 Ekonomik Buhranı sonrası ortamında durduk yere bir savaşa müdahil olmamaksa; bir diğer neden de, Hitler’le karşı karşıya gelmemek, hatta daha da ötesinde, Stalin ve Sovyet Rusya tehdidine karşı, Hitler ve Mussolini’yi yeğ tutmaktır. Ancak, başta İngiltere olmak üzere diğer Avrupa devletleri, bu tarafsızlığın bedelini ağır ödeyecek; savaş gücünü önce Franco’ya verdiği destekle deneyen Hitler, 1939’da İspanyol İç Savaşı’ndan sonra başlattığı II. Dünya Savaşı’yla yazık ki Avrupa’da taş üstünde taş bırakmayacaktır.
Bu gelişmelerin yaşandığı bir dünyada, Atatürk’ün Türkiyesi, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni imzalamakla meşgüldür. Dolayısıyla Türk basınının ilgisi de bu yöndedir. Ancak, o günün gazeteleri İspanya’daki askeri isyanla da ilgilenir. Hatta ilginçtir, Cumhuriyet gazetesi; henüz İspanyol hükümetinin dahi isyana ciddiyetle yaklaşmadığı ilk birkaç günde bile, İngiletere’deki ajanslar vasıtasıyla haberdar olduğu isyanı sayfalarına taşımıştır. Bu ilgi giderek artar ve İspanyol İç Savaşı ile ilgili detayları çoğu kez manşetten Türk okuyucusuna duyurur.
İşte isyanın bu ilk günlerinde, Peyami Safa da İspanyol İç Savaşı’yla ilgili “Harb ve İhtilal” başlıklı bir yazı kaleme alır. 29 Temmuz 1936 günkü Cumhuriyet Gazetesi’nin ilk sayfasında yer alan yazının metni şu şekildedir:
“Harb ve İhtilal
Derler ki İspanya kan, şehvet ve ölüm diyarıdır; üstüva çizgisine yakın bir memkeletin çocuğu olduğu için, keskin bir güneşin her an tutuşturduğu büyük ihtirasları ile İspanyol, gözü kızınca, ölümde de öfkesinin lezzetini bulur ve hummalı vücudünü serin bir denize atan yüzücünün kolaylığı ile varlıktan yokluğa dalar. Hayatla ölümün farkını unutması için bir İspanyolun büyük ihtiras haletine geçmesi kafidir: Yani istemesi, sevmesi yahut öfkelenmesi.
Tarihi, edebiyatı, sanatı bize onu böyle tanıtıyor. Bugünkü ihtilali de.
Tarihte, edebiyatta, sanatta mübalağa olabilir; fakat bize bu ihtilali haber veren ajanslarda İspanyolun hakiki portresini tahrif eden büyük bir yalan olamaz.
Kıyıları soğukkanlılığın ikametine pek müsaid olmayan Akdeniz buna benzer bir isyanı Yunanistan’da da görmüştü. İki ihtilalin nev’i ve sebepleri arasında fark olduğu gibi neticeleri de birbirine benzemeyecek mi? Bilmiyoruz; fakat İspanyadaki isyan muvaffak olduğu taktirde, dışarıdan harb ve içeriden ihtilal tehditleri ile ürperen Avrupa milletlerinin böyle bir neticeden korkmakta haklı olduklarını görüyoruz.
Bu korku milletleri harblere olduğu kadar bu kanlı ihtilallere karşı da teçhiz etmelidir: Kıyam ister sağdan, ister soldan gelmiş olsun… Fakat bütün sulh isteklerine ragmen Avrupa’yı içerden kundaklayan sınıf ihtilali propagandalarının günün birinde milletleri değil, beterin beteri, bütün zümreleri boğuşturmasından korkmak, sağ ve sol, bütün ihtilalci partileri kapamak, sulhun ve asayişin yegane teminatıdır. Yoksa Avrupaya harb değil, daha beteri geliyor: İhtilal. “
(Peyami Safa, Cumhuriyet, 29.07.1936, s.1)
Yazı, İspanyol İç Savaşı ile ilgili birkaç satır ile başlıyor, ancak, değindiği noktalar İspanya’nın sınırlarını aşıyor. Henüz 1936 yılında olduğunu unutmayalım. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin başında henüz Atatürk var. Menderes ve daha sonrası henüz ufukta dahi belirmemiş. 1960 sonrasında hemen her 10 yılda bir yaşayacağımız darbe ya da darbe teşebbüslerinden bihaberiz. Daha geniş de ele alalım örneğin. Birçok entelektüel SSCB’ye ve Stalin’e methiyeler düzmekte. Büyük umutlar bağlanan sosyalizmin Rusya’da neye evrileceğini henüz bilmiyoruz. 1929 Ekonomik Buhranı’nın yaralarını görece iyi sardığı düşünülen faşist ekonomik modele ve Mussolini’ye sempatiyle yaklaşılıyor. Hitler’i karşısına almayı kimse göze alamıyor, ama diğer yanda Stalin olduğunda Hitler bile daha sevimli geliyor birçoklarına, hatta Hitler’in gücü, kitleleri manipüle edişi birçok dünya liderinin iştahını bile kabartıyor. Tam da böyle bir ortamda Peyami Safa uyarıyor işte: “Kıyam ister sağdan, ister soldan gelmiş olsun (…)sağ ve sol, bütün ihtilalci partileri kapamak, sulhun ve asayişin yegane teminatıdır. Yoksa Avrupaya harb değil, daha beteri geliyor: İhtilal. “
Belki radikal bir şeyi talep ediyor çözüm olarak, ama Peyami Safa’nın, yaklaşmakta olan felaketleri basiretle gördüğünü ve daha Temmuz 1936’da herkesi uyardığını inkar edebilir miyiz?
Yorumlar
Yorum Gönderme